Az yemekte, bilhassa açlık ve oruçta on hoş haslet vardır:

Başka Bir Deyişle tokluk, nefsânî arzuları tahrîk ederken; açlık, -fazlaya kaçmadıkça- tefekkür ve tehassüs melekesini güçlendirir.

Hâsılı oruç, insanın her bakımdan sıhhatli olmasını sağlar. Nitekim Allah Resûlü s.a.s. şöyle emreder:

“Oruç yakalayınız ki madden ve mânen sıhhat bulasınız!” Heysemî, III, 179

Açlıkla kazanılan maddî-mânevî sıhhat ve hasletlere işaret eden en kâmil mesned şudur: Cenâb-ı Hak, peygamberlerini nübüvvetin feyzini almaya oruçla hazırlamıştır. Onlar mânevî kemâlâtın zirvesine erişince bir süre insanlık kâinatından uzaklaşmış ve kendilerinde melekî vasıflar tecellî etmiştir. Böylece kalpleri ve dimağları, ilâhî vahyin feyziyle dolup taşmıştır. Meselâ;

Sina Dağı’nın pek bedelli peygamberi Hz. Mûsâ a.s. Tevrat nâzil oluncaya kadar kırk gün kırk gece oruç yakalamıştır.

Sair Dağı’nın mukaddes peygamberi Hz. Îsâ a.s. da İncil’den ilk kelâmı dinleyinceye kadar, kırk gün kırk gece oruç yakalamıştır.

Hz. Muhammed s.a.s. de Kur’ân-ı Kerîm nâzil olmaya başlamadan evvel, uzun süre Mekke yakınındaki Hira Mağarası’nda yalnız başına kalmış ve günlerini muhtelif ibâdetlerle geçirmiştir. Sonunda Cibrîl’in sesinden müjdesini almış ve ilâhî feyizlerin nûru, gönlüne doğmaya başlamıştır.

Yine Mîrâc’a çıkıp Cenâb-ı Hak ile keyfiyeti bizce bilinmeyen olan husûsî bir görüşmeye nâil olmadan evvel, müşriklerin üç sene devam ettirdikleri ambargo süresince şiddetli açlığa ve muhtelif sıkıntılara sabrederek rûhî kemâlâtın zirvesine yükselmiştir.

Bu hakîkatler de gösteriyor ki orucun asıl gâyesi ve faydası mânevîdir. Dolayısıyla oruç, bir ibâdet olduğundan, sırf o gâye ile yakalanmalıdır. Onun yalnız zâhirî bereketleri gâye hâline getirilirse, oruç, ibâdet olmaktan çıkar. Başka Bir Deyişle oruçlarımızda mide dolgunluklarını önlemek, kilo vermek gibi gâyeler olmamalıdır. Böyle oruçlarda rızâ-yı ilâhî düşünülemez. Allah için yakalanan oruçlarda ise bu gibi faydalar zâten kendiliğinden zuhûr eder.

Bu sebeple oruç yakalayan Müslüman, kalbî yaşamını, nefsânî arzu, eğilim ve düşüncelerden gözetmelidir. Sadece yemek-içmek gibi bedenî temâyüllerden uzak durmakla kifâyet etmeyip gönül kâinatını da gıybet, palavra, kin ve haset gibi her türlü süflî davranışlardan da muhafaza etmelidir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Din islam, Erkam Yayınları

Akşam Ezanı