Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâsından biri de, “el-Vehhâb”dır. Başka Bir Deyişle her zaman, her yerde ve her şeyi bol bol verir, karşılık beklemeden ve aralıksız olarak lûtfeder. Bu nedenle tam mahlûkâtı da “verme, infak ve ikram etme” tabiatıyla yaratmıştır.

Meselâ arı, kendi gereksiniminin kat kat aşırısı bal yapar, büyük bir titizlik ve intizâm ile onu koliler. Bunun cüz’î bir ölçüsünü kendisi, çoğunu ise insanlar ve bazı hayvanlar yer.

Meyve ağaçları da jenerasyonlarının devamı için pek çok meyve verir. Binlerce meyvenin içinden yalnızca biri dahi tohum olup ağaç tamamlasa, kâfî kazanç. Öbür meyveler ise insanların ve öbür canlıların istifadesine talep edilir.

Kesilip yenilen hayvanlar, kendi yaşamlarını devam ettirmek için beslenirler, bir zaman yaşadıktan sonra da etlerini insanlara ikram etmek üzere can verirler.

Toprak, ayaklar altında ezilmesine karşın, üzerinde dolaşan canlıların cürûfunu alıp pakler ve yetiştirdiği cinsli nebâtât ile aralıksız ikram ve ihsan hâlinde olur.

Aslında tam bu örnekler, insanın da cömert ve ikramkâr olması gerektiğinin, çalışıp kazandığı mülkün veya sahip olduğu imkânların bir kısmını kendi gereksinimlerine ayırdıktan sonra, geriye kalanı infâk etmesi lâzım geldiğinin bir telkînidir. Cenâb-ı Hak, kâinat kitabındaki kevnî âyetlerle cömertliğin binbir misâlini insana sergilemektedir ki o da diğergâm ve infâk ehli bir kul hâline gelebilsin.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Gönül Dünyası, Erkam Yayınları

Akşam Ezanı

Kategori: