Artta kitaplara sığmayan koca bir uygarlık vazgeçen 600 senelik Osmanlı imparatorluğu Ramazan’ın büyüğünden miniğine en hoş biçimde ağırlandığı bir cihan devletiydi.
Nitekim Ramazan’ın biz Müslümanlara aşılamak istediği kardeşlik, birlik, sevgi, muhabbet ve acıma değerlerini Osmanlı uygulayarak bir adet olacak halde bizlere vazgeçip gitmiştir. Zira bayramlar örf ve adetlerin korunması mevzusundaki en güçlü taşıtlardan biridir.
Ramazan boyu neredeyse her konutta en az bir iftarın komşuyla, akrabayla geçirilmesine özen gösterilirdi.
İftar süreyi konutların kapısı sarih olur ve caddede olan öksüz, mazlum kimseler o konutlarda gönül rahatlığıyla orucunu açardı. O kimselere kim olduğu, nereden olduğu sorulmaz, Allah rızası için onlara ihtimam gösterilirdi.
Ramazan’da ulus arasında dikkat toplayan bir diğer ehemmiyetli adet “Zimem Defteri” âdetiydi. Hayır sahibi zengin zâtlar hiç yaşamadıkları, öğrenmedikleri caddelerin bakkallarına uğrar ve zimem defteri dediğimiz borç defterinde o caddeden borcu bulunanların borcunu silerdi.
Ramazan kul hakkı gibi her türlü günahtan sakınıp, sevap işlere yönelmek için büyük bir fırsattı. Osmanlı müslim ve gayrımüslim ayakarsusuzun her kesi bu şuur dâhilinde kurnaz yakalamak için bir ay süresince “Tembihname” yayınlardı. Bu namelerde Müslümanlara ne yapabileceği, gayrımüslimlere ise oruçlu kimseleri dikkate alıp, nasıl davranmaları gerektiği anlatılırdı.
Osmanlı’da Ramazan ayı süresince hayat neredeyse iftardan sonra başlıyordu, gündüz boyu insanlar istirahat eder, iftardan sonra ise iftar-sahur arasında İslami çerçeve dahilinde eğlenir, oyunlar oynar ve Karagöz ve Hacivat gibi ulus oyunlarına temaşa ederdi.
Osmanlı’da “yaz tatili” “Mübarek 3 Aylar” baz alınarak uygulanırdı. “Cerre çıkmak” diye adlandırılan bu 3 aylık tatil yarıyılında medreselerde eğitim gören gençleri Devlet-i Âlî imparatorluğun değişik yerlerini yollar ve onlardan buralarda hem şartname-irşad yapmaları, hem de bildiklerini uygulamaları başka bir deyişle bir nevi staj yapmaları istenirdi.
Ulus arasında kardeşlik ve birlik bağlarının sıkı olmasına Osmanlı son derece ehemmiyet gösteriyordu ve Ramazan bunu uygulamak için en uygun zamanlardan biriydi. Ramazan süresince zam menedilir ve fırsattan istifade fahiş maliyet yapacakların önüne geçilirdi.
Ramazan’ın en azametli ve gösterişli hali Türk kültüründe kendisine özgü bir yer edinen mahya sanatıydı. Merkez camilere asılan mahyalar, şehrin her tarafından görülebildiği gibi, manevi havasıyla da gönülleri ayrı bir ısıtıyordu.
Osmanlı’da bayram geleneği de kendi özel havasıyla yaşanırdı. Bayram padişahın namaz için mescide gelmesiyle beraber başlardı. Padişahın ulus arasında olması ulusal ve manevi değerlerden de ilave ulus-devlet ilişkilerinin de sağlamlaştırılması güzergahından ehemmiyet taşırdı. Namazdan sonra saraya geçen padişah, ilk evvel annesinden başlayarak tüm saray erkanı ve devlet ricâliyle sırasına uygun bayramlaşırdı.
Osmanlı’nın ilme ve ilim insanına verdiği değer Ramazanda da kendisini gösteriyordu. Şöyle ki bir ulemâ evine bayram ziyaretine binekle gidilecekse şayet bu binek, katır olarak seçim edilirdi. Zira at harp aleti olup, her konutta bulunması uygun olmazken, merkeb eşek o büyük zâta saygısızlık olacağından bu seçim yapılırdı. İşte 600 senelik koca Devlet-i Âlî Osmâniye böyle alıngan değerler üzerine kurulmuştu.
Başta söylediğimiz gibi Ramazan ayı bir ay süresince aç kalmak olarak düşünülmemeli, aksine İslam’ı tüm haliyle hayatımıza aktarıp, nefs-i terbiye için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Ve Osmanlı’da uygulanan her türlü adetten bunun ne de hoş anlaşılıp, anlandığını anlayabiliyoruz.
Kaynak: Hüdayi Şirinli, Altınoluk Mecmuası, Sayı: 446
Akşam Ezanı