Müşriklerin eziyetleri dayanılmaz hâle gelince Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbına saklı saklı hicret etmelerini söyledi. Bunu bilen müşrikler yalnız kalan Peygamber Efendimiz’e suikast tasarladılar. Her kabileden bir genç gelip aynı anda saldıracaktı. Böylece Allah Rasûlü’nün yakınları bir hak iddia ettiklerinde bütün kabileleri karşılarında bulacaklardı. Bu esnâda, Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e de hicret etmesini emir byatardı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hz. Ali’yi çağırıp üzerinde bulunan emânetleri yerlerine teslîm etmesi için yerine vekil bı­raktı. Zira Mekke’de, değerli bir eşyâsı olup da, sıdkını ve emînliğini bildikleri için, onu Rasûlullah’a emânet etmeyen kimse yoktu.

O gece müşrikler evin etrâfını sarmışlardı. Fakat Allah’a tevekkül ve teslîmiyeti sonsuz olan Peygamber Efendimiz’de hiçbir tereddüd, evham ve telâş emâresi görülmüyordu. Bir avuç toprak alarak müşriklerin üzerine serpti ve Yâ-sîn sûresinin ilk âyet-i kerîmelerini okuyarak aralarından süzülüp geçti. Onu hiçbiri göremedi.

Böylece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekke’deki on üç senelik irşad çabalarından sonra Medîne’ye hicret etmiş oldu. Medîneli müslümanlar olan Ensâr ile Mekke’den göç ederek gelen Muhâcirleri birbirleriyle kardeş îlân etti. Ensâr, Muhâcir kardeşlerine mülk beyânında bulunarak; “İşte mülküm; al, yarısı senin olsun!..” dediler. Buna mukâbil gönülleri birer kanı hazînesi hâline gelen Muhâcirler de:

“−Mülkün ve malın sana mübârek olsun kardeşim, sen bana çarşının yolunu göster, kâfî!” diyebilme olgunluğunu sergilediler. Buhârî, Büyû, 1

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o günlerde Medine’de yaşayan Muhâcirler, Ensâr ve Yahudiler’in birbirlerine ve yeni İslâm devletine karşı mesuliyetlerini tanzim eden bir anayasa hazırladı. “Medîne Vesîkası” sınan bu metin, dünya tarihindeki ilk yazılı anayasa idi.[1]

Müşriklerin müslümanlara gösterdiği sarih husumet ve komşu yahudilerin sık sık uyuşmayı bozup sözlerinden dönmeleri sebebiyle bazı savaşlar yapıldı. Cihanlara rahmet olarak sevk edilen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, askerî operasyonlarda öyle bir acıma siyaseti izledi ki, kısa sürede bütün Arap Yarımadası’nı idâresi altına aldığı hâlde, her iki taraftan da fazla kan dökülmesine alan vermedi. Bütün problemleri öncelikle sulh yoluyla halletmeyi seçim etti.

Peygamber Efendimiz bizzat 29 gazveye katılmıştı. Bunların 16 tanesinde fiilî olarak hiçbir çatışma çıkmadı, karşı tarafla uyuşmalar yapıldı. 13 gazvede ise fiilî çatışmaya girmek mecbûriyetinde kaldı ve bunların toplamında müslümanlardan takribî 140 birey şehîd oldu, düşmanlardan da takribî 335 birey öldü.[2]

İslâm’da savaşın asıl gayeyi; insanları öldürmek, ganîmet elde etmek, yeryüzünü yıkım etmek, şahsî çıkar sağlamak, maddî çıkar elde etmek veya intikam almak değil; bunların aksine, eziyeti ortadan kaldırmak, inanç hürriyetini temin etmek, insanları hidâyete kavuşturmak ve her türlü haksızlığı gidermektir.

Dipnotlar:

[1] Prof. Dr. M. Hamîdullah, The First Written Constitution in the World, Lahore 1975. [2] Bkz. Prof. Dr. M. Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, İstanbul 1991; Dr. Elşad Mahmudov, Sebep ve Sonuçları İtibâriyle Hazret-i Peygamber’in Savaşları, 2005, M.Ü.S.B.E. Basılmamış Hekime Tezi.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

Akşam Ezanı