Hazret-i Osman’tan radıyallahu anh hikmetli sözler…
Şehîd edilen halîfenin son sözleri şu duâ oldu:
“Allâh’ım! Ümmet-i Muhammed’i bir ve beraber kıl!”
Beş şey vardır ki bunlar müttakîlerin (sâlihlerin) alâmetidir:
Birincisi: Dînini güzelleştirme husûsunda istifâde edeceği kişilerle oturup kalkmak.
İkincisi: Diline hâkim olmak ve iffetini muhafaza etmek.
Üçüncüsü: Dünyadan büyük bir nasîbe nâil olduğunda onun vebâl olabileceğini düşünmek, din husûsunda küçük bir şey elde ettiğinde ise bunu büyük bir ganîmet bilmek.
Dördüncüsü: Haram karışabileceği korkusuyla midesini helâl ile tıka basa doldurmaktan sakınmak.
Beşincisi: Bütün insanları kurtulmuş, kendisini de helâke yaklaşmış biri olarak görmek. (İbn-i Hacer, Münebbihât, s. 20)
Birincisi: Îmânını kaybetme korkusu.
İkincisi: Kıyâmet günü kendisini rüsvâ edecek şeylerin melekler tarafından yazılması korkusu.
Üçüncüsü: Amelinin şeytan -aleyhi’l-la‘ne- tarafından boşa çıkarılması korkusu.
Dördüncüsü: Ölüm meleği Azrâil’e gaflet içindeyken ve ansızın yakalanma korkusu.
Beşincisi: Dünya ile mağrur olup, âhiretten gafil kalma korkusu.
Altıncısı: Çoluk-çocuğuyla fazlaca meşguliyete dalıp Allah Teâlâ’nın zikriyle yeterince meşgul olamama korkusu. (İbn-i Hacer, Münebbihât, s. 25)
➢Fânî olan sizi şımartıp azdırmasın, bâkî olandan alıkoymasın.
➢Siz, bâkîyi fânî olana tercih ediniz.
Unutma ki dünyaya geldiğin günden beri ölüm meleği peşinde dolaşıp durmaktadır. Bir yandan da senin boynundan atlayarak bir başkasını yakalamaktadır. Sen dünyada bulunduğun müddetçe bu böyle devam edecektir.
Ancak bir gün gelecek ki, başkalarının boynundan atlayıp seni yakalayacaktır. Bu hiç beklemediğin bir anda olabilir.
Öyleyse;
➢Çünkü ölüm meleği senden asla gafil değildir.
Ey Âdemoğlu!
Bilmiş ol ki eğer sen kendi nefsinden gafil olur ve kendin için hazırlık yapmazsan, elbette ki başkası senin için hazırlık yapmaz.
–Bu kabir;
➢Âhiret menzillerinin ilki,
➢Dünya menzillerinin sonudur.
Kabir;
Birincisi: Allâh’ın farzlarını edâ etmek.
İkincisi: Allâh’ın haramlarından kaçınmak.
Üçüncüsü: Sevâbını Allah’tan umarak emr-i bi’l-mârufta bulunmak, yani insanlara doğruları anlatmak.
Dördüncüsü: Allâh’ın gazabından korkarak nehy-i ani’l-münker’de bulunmak, yani insanları yanlışlardan sakındırmak. (İbn-i Hacer, Münebbihât, s. 14)
➢Bunu yapmaz da kötüleriniz başınıza musallat olacak olursa artık iyilerinizin yapacağı duâlar da kabul olunmayacaktır. (Ali el-Müttakî, no: 8451)
Birincisi: Sâlihlerle oturup kalkmak fazîlet, onlara uymak farzdır.
İkincisi: Kur’ân okumak fazîlet, onunla amel etmek farzdır.
Üçüncüsü: Kabirleri ziyaret etmek fazîlet, ona hazırlanmak farzdır.
Dördüncü: Hastayı ziyaret etmek fazîlet, ondan vasiyet ve ibret almak ise farzdır. (İbn-i Hacer, Münebbihât, s. 14)
➢Hikmetten anlayana mânâlı bir söz kâfîdir.
➢Mânen sağır olanlar, zaten hakkı duyamazlar…
Aman içkiden uzak durun, vallâhi îmân ile içki müptelâsı olmak, asla bir arada bulunmaz.
Pek yakında birinin diğerini uzaklaştırmasından korkulur. (Nesâî, Eşribe, 44)
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- ile evleneceği zaman, kendi zırhını satılması için pazara göndermişti. Zırhın parasını düğün masrafları için kullanacaktı.
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- pazarda Hazret-i Ali’nin zırhını tanıdı. Hemen tellâlı çağırarak;
“–Bu zırhın sahibi, buna ne kadar istiyor?” diye sordu. Dört yüz dirhem olduğunu öğrenince zırhı alıp parasını verdi.
Sonra bu zırhı, yanına dört yüz dirhem daha ilâve ederek Hazret-i Ali’ye gönderdi ve şöyle buyurdu:
“–Bu zırh, senden başkasına lâyık değildir. Bu dört yüz dirhemi de düğüne harca ve bizi mâzur gör.” (Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, Hz. Osman Zinnûreyn, s. 139)
➢Ona binen zelil olur,
➢Onunla arkadaşlık yapan yolunu kaybeder.
➢Şükür ise bol bol infâk etmektir.
➢Rabbimiz’in kelâmına doyamazdık.
➢Ben, Mushaf’a bakmadığım bir günün geçmesini çok çirkin görürüm.
Müslümanlar, Medine’ye hicret ettiklerinde şehirde su sıkıntısı çekmeye başladılar. Medine’deki bütün kuyuların suyu acıydı.
Sadece bir yahudiye ait olan Rûme Kuyusu’nunki tatlı idi. Yahudi, bu kuyunun suyunu satarak geçiniyordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Rûme Kuyusu’nu, cennette ondan daha hayırlısını kazanmak üzere kim satın almak ve kendi kovasını müslümanların kovalarıyla eşit kılmak ister?” buyurdu.
Yani kuyuyu satın alan, diğer Müslümanlarla eşit haklarda ondan istifâde edecekti.
Hazret-i Osman, derhâl bu kuyuyu satın almak istedi. Lâkin Yahudi kabul etmedi. Sonunda bir gün Yahudi, bir gün de Müslümanlar kullanmak üzere yarı hissesini satın almaya muvaffak oldu. Daha sonra da tamamını satın aldı. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Osman’a;
“–İnsanların ondan su içmeleri için (kuyuyu) vakfeder misin?” diye sorunca, o da bu arzuya gönülden icâbet ederek kuyuyu vakfetti. Böylece Hazret-i Osman’ın bu himmetiyle Medineli müslümanlar su sıkıntısından kurtuldular. (Bkz. Buhârî, Müsâkāt, 1, 74; Tirmizî, Menâkıb, 57; İbn-i Sa‘d, I, 392)
Rivâyete göre Osman -radıyallâhu anh-, büyük bir fazîlet daha sergileyerek, kendisinin satın alıp vakfettiği bu kuyudan su alabilmek için herkes gibi sıraya girip beklerdi.
Yine rivâyete göre Hazret-i Osman’ın bu eşsiz fedâkârlığı üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:
“Ey huzûra kavuşmuş nefis! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Sâlih) kullarımın arasına katıl ve cennetime gir.” (el-Fecr, 27-30) (Süyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, II,195)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hidayet Rehberleri, Erkam Yayınları
Akşam Ezanı