İmam Ahmed Bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nden hikmetli sözler…

“İhlâs, amellerin âfetlerinden kurtulmaktır.”

Sır Berekette

Mü’mine az bir mal kâfîdir.

Muhteris kişiye ise çok mal bile kâfî gelmez. (Zira; Mü’min, kanaatkârdır, müsrif değildir. Hem de infâk ettiği için, dâimâ malının bereketini görür. Muhteris ise pintiliğinden ve israflarından dolayı buhranlar içinde yaşar, huzur bulamaz, şükre eremez.)

Tevekkül; bütün işlerinde Allah Teâlâ’ya teslim olmak, başa gelen her şeyi O’ndan bilip katlanabilmektir.

Her şey için kerem vardır.

➢Kalbin keremi; Hâlık’tan râzı olmak, yani kadere rızâ göstermektir.

Bir Mâni Çıkmadan

Değerli gördüğünüz hayırları, araya bir engel girmeden evvel yapmaya bakın.

–Yemeği;

Beraberlik

Kulun kalbini ıslah etmesi, düzeltmesi, feyz ve huzura kavuşturması için, sâlihlerle beraber olması kadar faydalı bir şey yoktur.

➢Buna mukabil,

İmâm’ı Yetiştiren Anne

Elmas Öğütler

Hakikî İlmin Kıymeti

Meziyet; ancak fazîlet, ilim ve irfan tamamlığı iledir.

İmâm’a Sordular…

–Bir Kûfe’ye, bir Basra’ya gidiyorsun! Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?

–Hokka ve kalem ile mezara kadar…

–Kalpler ne ile yumuşar?

–Evlâdım!

Kalpler helâl yemekle yumuşar.

–Zühd nedir?

–Zühd üç türlüdür;

Allah Teâlâ’yı unutturan her şeyi terk etmektir.

–Zenginlik mi yoksa fakirlik mi üstündür?

–Pazara müdâvim ol (ticaret yap), halktan istiğnâ et. İnsanlara karşı müstağnî davranmak kadar büyük bir fazîlet bilmiyorum.(Kazancının / rızkının peşinde ol, fakat kaderine de râzı ol!)

Kendi Yüküm!

Ahmed bin Hanbel Hazretleri, Bağdat’ta pazardan dönerken, onu elinde çantasıyla gören biri koşarak gelip, çantasını taşımak ister. Hazret, çantasını vermek istemeyince de adamcağız ısrar eder:

–Efendim, büyüklerimize hizmet, bizim vazifemizdir.

Ahmed bin Hanbel Hazretleri ise bu söze, şu hikmetli ifadeyle mukabelede bulunur:

–Biz kendimizi çantası taşınacak büyüklerden bilirsek, bu kibir olur; küçüklerden biri olduğumuzun delilini teşkil eder. Bu sebeple, bizi büyüklerden bilmek, size sevap kazandırsa bile, bizi gaflete sürükler. En iyisi, kendimi, çantası taşınacak büyüklerden biri saymayıp yükümü kendim taşımalıyım.

Çünkü mahşerde de;

O’nun İlmi Bende Yok!

Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh-, sık sık büyük velî Bişr-i Hâfî -rahmetullâhi aleyh-’in yanına gider, onunla sohbet ederdi.

Talebeleri dediler ki:

–Ey İmam! Sen, Kur’ân ve Sünnet ilimlerinde müçtehid bir âlimsin. Buna rağmen böyle sıradan bir insanın yanına gidip gelmen sana yakışır mı?

Büyük İmam şu cevabı verdi:

–Evet, saymış olduğunuz hususları ben ondan daha iyi bilirim. Ama o, kalbinde Cenâb-ı Hakk’ı benden daha iyi bilmekte ve tanımaktadır. Yani onun mârifetullah ve takvâsı benden üstündür.

Rasûlullâh’a İtaat

–Mushaf-ı şerîfe baktım ve otuz üç yerde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e itaatin emredildiğini gördüm.

(Âyet-i kerîmede buyurulur):

“…O’nun (Rasûl’ün) emrine muhalif davrananlar;

–Âyette isabet edeceği bildirilen fitne nedir?

Herhâlde o fitne kişinin başına şöyle gelir:

Bir kişi, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir sözünü tercih etmediğinde;

(Nitekim âyet-i kerîmede buyurulur):

“Hayır, Rabbine yemin olsun ki aralarında çıkan herhangi bir anlaşmazlık husûsunda Sen’i hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânâsıyla kabullenmedikçe îmân etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 65) (İbn-i Batta el-Ukberî, el-İbânetü’l-Kübrâ, no: 99; İbn-i Teymiyye, es-Sârimü’l-Meslûl, Beyrut 1417, I, 59)

Ehl-i Sünnet Müdafaası

İmâm-ı Şâfiî’nin talebelerinden olan Rabî bin Süleyman şöyle anlatır:

Bir gün İmam Şâfiî bana;

“–Rabî, bu mektubu al, Ahmed bin Hanbel’e götür ve sonra da cevabını getir.” dedi.

Ben de mektubu aldım ve Bağdat’a gittim. Sabah namazında Ahmed bin Hanbel ile buluştum. Sabah namazını arkasında kıldım. İmâm-ı Ahmed, mihraptan ayrılınca kendisine yaklaşarak mektubu takdim ettim;

“–Bu, Mısır’dan kardeşiniz İmâm-ı Şâfiî’nin size göndermiş olduğu mektuptur.” dedim.

Bana, mektubun muhtevâsını bilip bilmediğimi sordu. Ben de bilmediğimi söyledim. Bunun üzerine Ahmed bin Hanbel, mektubun üzerindeki mührü çözdü ve okumaya başladı. Birden gözleri yaşlarla doldu. Ben kendisine;

“–Ey İmam! Hayırdır inşâallah! Mektupta ne yazıyor?” dedim.

Anlatmaya başladı:

“–İmam Şâfiî rüyasında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i görmüş. Allah Rasûlü ona;

«–Ahmed bin Hanbel’e bir mektup yaz ve benden de selâm söyle. Elbette o büyük bir fitneye mâruz kalacak ve ondan; ‘Kur’ân mahlûktur (!)’ demesi istenecek. Sakın bu isteğe boyun eğmesin! Allah, onun adını kıyâmete kadar yaşatıp yükseltecektir.» buyurmuş.”

Ben;

“–Yâ İmam! Bu, senin hakkında ne büyük bir müjdedir!” dedim.

Bunun üzerine İmâm-ı Ahmed, sevincinden üzerindeki gömleğini çıkarıp bana verdi.

Ahmed bin Hanbel’in cevâbî mektubunu aldıktan sonra Mısır’a döndüm. Mektubu İmâm-ı Şâfiî’ye takdim ettim. Bunun üzerine İmam Şâfiî bana;

“–Onun hediye etmiş olduğu bu gömleği alıp seni üzmek istemeyiz. Ancak, hiç olmazsa onu bir suya batır ve o suyu bize ver ki, biz de o gömleğin bereketine böylece ortak olalım.” dedi. (İbnü’l-Cevzî, Menâkıbü’l-İmâm Ahmed bin Hanbel, s. 609-610)

Rüya gerçekleşti, ehl-i sünnetten uzak Mûtezile, iktidarı tesiri altına aldı.

İmâm-ı Ahmed; pek çok âlim gibi «Kelâmullâh»ın mahlûk olduğunu söylemeye zorlandı. Çokları çeşitli te’villerle takibattan kurtuldu.

Fakat Ahmed bin Hanbel, «evliyâullah»tan Bişr-i Hâfî’nin ifadesiyle, peygamber sabrı gösterdi, atıldığı ateşten has altın olarak çıktı.

O, inandığından taviz vermedi. Bu uğurda günlerce kırbaçlandı, ellerinde kelepçelerle Bağdat’tan tâ Tarsus’a yürütüldü. Yirmi sekiz ay hapsedildi. Sonra da göz hapsinde tutuldu. Ders vermesine, hadis okutmasına mânî olundu…

O, bütün bu işkencelere ve çilelere; İslâm’ın izzetini, ilmin haysiyetini kaba kuvvet karşısında korumak için katlandı.

Teberrük

Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah anlatıyor:

–Babam, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in saçlarından bir tel alır, onu dudaklarının üzerine koyarak öperdi. Babamı, Allah Rasûlü’nün saç telini gözünün üzerine koyarken de görmüşümdür.

O, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in saç telini suya batırır ve o suyu içerdi. Bu suyla (teberrüken) Allah’tan şifâ dilerdi.

Bir gün babam; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in su kâsesini aldı, sonra onu geniş bir kap içinde yıkadı ve o sudan içti.

Yine o; şifâ niyetiyle Zemzem suyundan içer, onu ellerine ve yüzüne sürerdi. (Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, Beyrut 1986-1988, XI, 212)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hidayet Rehberleri, Erkam Yayınları

Akşam Ezanı