İslâm’da şahısların değerlendirilmesi amel ve fiille, fiillerin değerlendirmesi ise amaçladır. Herkes gayeyi kadar ecir ve sevâb alır. İslâm’da birinin günahı nedeniyle bir başkası hesâba çekilemediği gibi bir başkasının yaptığı amelin de değişiğine bereketi olmaz. Bu iki vaziyet Kur’an nassı ile sâbittir. Nitekim: “Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü üstlenmez”[1] âyeti hiç kimsenin başkasının günahını yüklenmeyeceğini; devamındaki: “İnsan için ancak kendi çalışması vardır. Ve çalışması da ileride görülecektir”[2] âyeti ise herkesin ancak kendi yaptığıyla karşılaşacağını; “Kim zerre miktârı hayır işlemişse onu, kim de zerre miktârı şer işlemişse onu görecektir”[3] âyeti de her amelin kesinlikle değerlendirileceğini göstermektedir.
Bu âyetler ışığında mevzuya bakıldığı zaman kimsenin amelinin ecrinin bir başkasına gitmeyeceği ve herkesten kendi amelinin beklendiği ortaya çıkmaktadır. Binâenaleyh insanın intisâb etmesi, bir şuur ve şuur sürecinin başlaması ve buna bağlı olarak amellerde duyarlılık kavrayışının devreye girmesi demektir.
İntisâbın kurtuluşa vesîle olan tarafı bu süreci başlatmış olmasıdır. Böyle bir süreci başlatmak yerine, şahsı ilim ve amelden alıkoyacak bir intisâb kavrayışı elbette yanlıştır. Ancak bu ifâdeler şayet bireyin kendi ilim ve amelini ufak görmesi ve mürşidinin ilim ve ameline değer vermesi anlamında kullanılmışsa o zaman başka. Ama bu hâliyle bu ifâdelerin hakikat tasavvufla irtibâtı mevzubahisi olamaz. İlme değer vermeyen bir tasavvuf kavrayışı bozulup kokuşmaya mahkûmdur.
Dipnotlar:
[1]. en-Necm, 53/38. [2]. en-Necm, 53/39-40. [3]. ez-Zilzâl, 99/8-9.Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Sualde Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları
Akşam Ezanı