İslâm, tam insanları ve cinleri kendisine dâvet etmektedir. Her insan; ırkı, rengi, cinsiyeti, memleketi ne olursa olsun Müslüman olabilir. İnsanlığı mükellefiyetler ve haklar itibâriyle tanzim eden İslâm’da ancak ve ancak inananlar ve inanmayanlar diye iki “ulus” kabul edilmiştir.[1]

Rahmeti tam mahlukâtı ihâta etmiş olan Allah -celle celâlühû- tarafından beşerin saâdet ve selâmeti için sevk edilen bir sistemin, bir avuç insana tahsis edilmesi, onun dışındakilerin bu nimetten mahrûm bırakılması aslâ mantıkî değildir. Bu durum Allah’ın Rahmân ve Rahîm sıfatlarına da ters düşer. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle emretmişlerdir:

“Acıma edenlere Rahmân olan Allah Teâlâ acıma emreder. Siz yeryüzündekilere şefkat ve acıma gösteriniz ki semandakiler de size acıma etsinler!” Tirmizî, Birr, 16/1924

Bu hadîs-i şerifte muayyen bir cins kastedilmiyor. Hatta sadece müslümanlar da kastedilmiyor. Yeryüzünde yaşayan tam insanlara, hayvanlara ve nebâtâta acıma edilmesi emrediliyor.

Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in tam insanları Allah’a dâvet etmek için sevk edildiği şöyle ifâde edilir:

“Rasûlüm! De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben, göklerin ve yerin sâhibi olan Allah’ın hepinize yolladığı peygamberiyim…” A‘râf, 158

“Ey Muhammed! biz seni ancak cihanlara rahmet olarak gönderdik.” Enbiyâ, 107

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle emretmiştir:

“Benden evvelki peygamberler, sadece milletlerine sevk edilirlerdi. Ben ise, tam insanlığa peygamber olarak sevk edildim.” Buhârî, Teyemmüm, 1

Bu sebeple Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, İslâm’ı sadece Araplara bildiri etmemiş, daha hayattayken imparator ve krallara yolladığı elçi ve mektuplarla Bizanslıları, İranlıları, Habeşistanlıları, Mısırlıları ve öteki ulusları İslâm’a dâvet etmiştir.[2]

İslâm aynı zamanda tam zaman ve mekânlara da şâmildir. Belirli bir zaman ve bölge ile sınırlı değildir. Nitekim bugün dünyanın her yerinde ve her ulustan müslümanları görmek muhtemeldir. Bilhassa hac mevsimlerinde bu insanlar, Allah’ın emri üzere Kâbe’nin etrâfında bir araya gelip tek olan Allah’a iman ederek muhteşem bir İslâm birliği ve kardeşliği sergilemektedirler.

İslâm, insanların tam lüzumlarına yanıt verebilecek bir yapıya sahiptir. İnsanların rûhî, fizîkî, şahsî ve içtimâî haklarını sağlayan; hayat, vefat, ilâh, peygamber, melekler, iblis, dünya, âhiret, mükâfât, cezâ, cennet, cehennem gibi hiçbir dînin iknâ ya da tatmin edici bir açıklamada bulunmadığı kavramları sarihliğe kavuşturan bir hayat ve inanç sistemidir.

Bu gidişatı daha iyi algı edebilmek için şunu anımsamak yeterli olacaktır: Kur’ân, cefaya uğramış cılız insanlardan teşekkül eden ilk İslâm cemiyetinin lüzumlarına yanıt verebildiği gibi Atlantik Okyanusu’ndan Pasifik Okyanusu’na kadar hâkimiyet kurduğu ve yeryüzünün tek ve muazzam bir devleti hâline geldiği devirde de İslâm camiasının tam ahlâkî ve hukûkî gereksinimlerini karşılamıştır. İşte bu câmia, inanç ve itikatları, imanları, ictimâî hayatı, sosyal yasaları ve öteki gereksinimleri ile alakalı tam bilgileri her zaman için bu kitapta bulabilmiştir.[3]

Dipnotlar:

[1] Her insan kendi devrindeki peygamberin ümmetidir. Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in peygamber olarak gönderilmesinden sonraki tam insanlar da onun ümmetidir. Lâkin bunların bir kısmı onun peygamber olduğuna îman ederken bir kısmı da inkâr etmektedir. [2] Bu mektupların metinleri elimizde olduğu gibi bir kısmının bizzat orijinal hâli de İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’nde ziyâret edilebilmektedir. Mektupların resimleri ve incelemeleri için Prof. Dr. M. Hamidullah’ın Six originaux des lettres diplomatiques du prophete de İslam, Paris 1985 / Hazret-i Peygamber’in Altı Orijinal Diplomatik Mektubu, trc. Mehmet Yazgan, İstanbul 1998; İslâm Peygamberi; el-Vesâiku’s-siyâsiyye isimli eserlerine bakılabilir. [3] M. Hamidullah, Kur’ân-ı Kerîm Tarihi Le Saint Coran’ın giriş kısmı, s. 23.

Kategori: