İslâm, îtidâl ve balansa çok önemser. Bir tarafa ağırlık verirken öbür tarafı ihmâl etmez. Her iki tarafı da Allah -celle celâlühû- yarattığına ve insanların da bunlara gereksinimi olduğuna göre, bir tarafı umursamama etmek doğru olmaz.
Her şeye hakkını vermek, gerektiği kadar ilgilenmek îcâb eder. Bu açıdan bakıldığında, dünya, âhireti kazanmak için bir anaparadır ve bu güzergahıyla çok bedelli bir nimettir. Onu Allah’ın rızâsı doğrultusunda kullanmalıdır. Âhiret ise temel gayedir, onu da hiç unutmamak îcâb eder. Yalnızca dünyaya yönelen seküler bakış açısı gibi yalnızca âhirete yönelen ruhbanlık düşüncesi de insanı tatmin etmeye yetmez. İkisi de birbirine feda edilmemeli, alıngan bir denge ve tamlık içinde tanzim edilmelidir. Bunun bir misâli şudur:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Medîne’ye geldiği ilk günlerde, Müslümanlar arasında “kardeşlik” îlân etmiş, Mekke’den hicret eden her bir Muhâciri Medîne’li bir Ensâr ile kardeş yapmıştı. Bu kardeşlik kurumu, pek çok bereketleri yanında Müslümanlara hem dünyayı hem de âhireti beraber kazanma imkânı sağlamıştır. Kardeşler sabah kalktıklarında birisi Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına, ötekiyi de işine giderdi. Günü Efendimiz’in yanında geçiren sahabî, o gün bildiği âyet ve hadisleri akşam komşusuna naklederdi. Ertesi gün nöbet değişirlerdi. Buhârî, Mezâlim, 25; Müslim, Tahâret, 17
Rûh ve beden’e gelince, bunlar insanın iki doğrultusunu oluşturur. Her ne kadar rûh reel ise de madde de onun bineğidir. İkisi beraber olduğunda bir iş yapılabilir. Dolayısıyla rûha umursayıp vücudu hırpalamak doğru değildir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in haber verdiğine göre insanın âhirette ilk hesaba çekileceği hususlardan biri de sağlığını nerede harcadığıdır.[1]
İslâm; namaz, oruç, zekât gibi imanlarda dahi balanslı davranmayı buyurmuş, bıkkınlık verecek kadar yoğun bir iman yaşamını tasvip etmemiştir.[2] Meselâ infâk husûsunda şöyle emredilir:
“Rahmân’ın o has kulları, infak ettikleri zaman ne isrâf ne de pintilik ederler; bu ikisi arasında balanslı bir yol meblağlar.” Furkân, 67
Müslümanlar hiçbir hususta fazlaya gitmez, hep orta yolu takip ederler. Bu nedenle Cenâb-ı Hak, “Muhammed Ümmeti” için şöyle emretmiştir:
“Böylece sizi orta ifrât ve tefritten uzak, balanslı ve âdil bir ümmet kıldık…” Bakara, 143
Dipnotlar:
[1] Tirmizî, Kıyamet, 1/2417. [2] Bkz. Buhârî, Savm 55, 56, 57, Teheccüd 7, Enbiyâ 37, Nikâh 1, 89; Müslim, Sıyâm 181-193; Ebû Dâvûd, Savm, 55/2428.Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları
Akşam Ezanı