İslâm, hiçbir ırk, din, tür, cemiyet ve grup ayırımı yapmaksızın tam insanları ilâhî vahyin muhatabı ve aynı insanlık âilesinin bireyleri kabul eder. İnsanlara aynı anne babadan geldiklerini bildirerek aralarındaki bazı nedeni değil karşılıklı iyi ilişkilere bir vesile olarak görülmesini telkin eder. İnsanların değişik ırklardan gelmeleri ve ayrı cemiyetlar teşkîl etmeleri, kendilerine verilen nimetler hususunda bir sınav, insanlığın ortak ideal ve maksatları için bir hayırda yarış ve iş birliği vesilesi olarak görülür.[1]
İslâm’a göre insanlar arasıdaki üstünlük, ırk, renk ve halk gibi mecbûrî ve elde olmayan bir tâlih sorunu ile değil, insanın irâde ve çabasıyla elde ettiği Cenâb-ı Hakk’a yakınlık ve takvâ derecesiyle ölçülür. Aynı biçimde zenginlik, hoşluk, güçlü olmak, muhakkak bir makam ve mevkîe yükselmek gibi şeyler de üstünlük vesîlesi değildir. Bunlar Allah’ın lutfettiği nimetler olup şükürlerinin en hoş biçimde edâ edilmesi gerekir. Her nimetin şükrü de kendi türünden olur. Bu dünyada insanlara verilen nîmetler, sınav esnâsında öğrenciye sorulan sorulara eş. Bir arza hiçbir zaman kendisine yöneltilen suallerle iftihar etmeyi düşünmez, ancak verdiği yanıtlar netîcesinde aldığı derecelerle neşelenir. Mü’minlerin, sınav için lutfedilen imkân ve nîmetleri Allah’ın rızâsı istikâmetinde kullanarak kazandıkları ecirler de ancak âhirette görüleceğinden, bu dünyada iken iftihar etmenin ve kendini öbürlerinden üstün görmenin hiçbir mânâsı yoktur. Aksine böyle bir tutum, büyük bir aldanış olur.
İslâm âlimlerinden Ebû Hâzim şöyle demiştir:
“Allah’a yanaştırmayan her nîmet baş belâsıdır.”
Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cihanlara rahmet olarak sevk edildiği hâlde, bir kezinde kendi üstün niteliklerini bildirmek zorunda kalınca, bunları, “لَا فَخْرَ: İftihar Etme yok” ifâdesini defâlarca tekerrür ederek haber vermiştir.[2]
Allah -celle celâlühû- katında, O’nun emirlerine daha çok titizlik gösteren mü’min, böyle olmayanlardan daha üstündür.[3] Irk, ancak fânî olan cesede ait bir keyfiyettir. Cesed, rûha giydirilmiş bir kılıftan ibârettir. Rûh ise ebedidir ve onun bir ırkı da yoktur. Çünkü tam ruhlar Allah’tan gelmiştir.[4] Kur’ân-ı Kerim’de şöyle emredilir:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Emin ki Allah katında en değerliniz, en çok takvâ sahibi olanınızdır. Kuşkusuz Allah öğrenendir, her şeyden haberdardır.” Hucurât, 13
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle emreder:
“Amelinin kendisini geride vazgeçtiği bireyi, nesebi öne geçirmez.” Müslim, Zikir, 38; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekke’yi fethettiği gün şöyle hitap etmiştir:
“Ey insanlar! Allah Teâlâ size câhiliye böbürünü ve atalarla iftihar etmeyi menetmiştir. İnsanlar iki sınıftır: Bir, iyilik ve takvâ sahibi olup Allah’ın değer verdiği şahıslar; bir de günahkâr, makûs ve Allah katında değeri olmayan kimseler. Tam insanlar Hz. Âdem’in çocuklarıdır. Allah Teâlâ ise Âdem’i topraktan yaratmıştır.” Tirmizî, Tefsîr, 49/3270; Ebû Dâvûd, Edeb, 110-111/5116
Vedâ Hutbesi’nde de şöyle emretmiştir:
“Ey İnsanlar! Dikkat edin: Rabbiniz birdir, babanız Âdem birdir. Dikkat edin! Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, kırmızı derilinin siyah deriliye, siyah derilinin kırmızı deriliye hiçbir üstünlüğü yoktur. Bunlar birbirlerine karşı ancak takvâ ile üstün olabilirler.” Ahmed, V, 411
Dipnotlar:
[1] Mâide, 48; Bakara, 148. [2] Tirmizî, Menâkıb, 1/3616; Dârimî, Mukaddime, 8. [3] Hucurât, 13. [4] Hicr, 29; Secde, 9; Sâd, 72; Enbiyâ, 91; Tahrîm, 12.Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları
Akşam Ezanı