İslâm, insanların iyimser olmasını ister. Cenâb-ı Hak; “Rahmetim her şeyi abluka etmiştir” emreder.[1] Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle emretmiştir:

“Allah Teâlâ varlıkları yarattığında, arşın üstündeki kitabına; «Rahmetim gerçekten gazâbıma galiptir!» diye yazmıştır.” Buhârî, Tevhîd, 15

Bu inanç, Müslümanların ümitvar olması için kâfîdir. Öteki taraftan; bağışlama, acıma, sabır, tevekkül, teslîmiyet, hâle rızâ, hüsn-i zan gibi hoş hasletler Müslümanı hayatta hafifletmektedir. Başa gelen musîbetlerin ve hastalıkların günahlara keffâret olması ve mânevî dereceyi yükseltmesi de hayatın yükünü gevşetme husûsunda önemli bir yere sahiptir. Elinden gelen şeyleri yaptıktan sonra mukadderata teslim olan ve Allah’tan gelen her şeye rızâ gösteren bir Müslümanın kederlenmesi muhtemel değildir. O, dâimâ huzur ve sükûn içinde mes’ûd bir hayat yaşar.

Îmansızlar ve günahkârlar için ise tevbe kapısı son âna kadar sarihtir. Birey vefat emârelerini veya kıyamet alâmetlerini görünceye kadar her an iman ve tevbe edebilir. Ancak vefat ve kıyamet, insanı âniden tutacağından, vakit kaybetmeden bir an evvel Allah’a yönelmek îcâb eder. Cenâb-ı Hak şöyle emreder:

“De ki: Ey ne­fis­le­ri­ne zul­met­mek­te aşı­rı gi­den kul­la­rım! Al­lah’ın rah­me­tin­den ümî­di­ni­zi kes­me­yi­niz! Çün­kü Al­lah bü­tün gü­nah­la­rı bağışlama­fe­der. Mu­hak­kak ki O, Ga­fûr ve Ra­hîm’dir. Onun için ümidinizi kesmeyin de başınıza eziyet gelmeden evvel bir an evvel Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun! Yoksa sonra destek göremezsiniz.” Zü­mer, 53-54

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanların bazı şeylere şanssızlık atfetmesini menetmiş, bütün her şeye iyi ve müsbet bir nazarla bakmayı ve hayra yormayı temel kılmıştır.[2]

İslâm, suizandan sakınmayı, insanlara daima hüsnüzan ile bakmayı öneri eder. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle emredilir:

“Ey îmân edenler! Zannın çoğundan kaçının! Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin hatasını incelemeyin!..” Hucurât, 12

Gereken önlemleri aldıktan sonra, Allah’tan bir musîbet kazançsa bunu da sabırla karşılar ve mükâfâtını O’ndan beklerler.

Müslümanlar, Allah’ın gazabından korkmakla beraber rahmetinden de hiçbir zaman ümîdlerini kesmezler. Fobi ile ümit duyguları arasındaki bu muvâzene; “beyne’l-havfi ve’r-recâ” biçiminde ifade edilir. Vefat yanaştığında ise, Müslümanların Allah’a karşı dinledikleri hüsn-i zan daha da çoğalır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle emretmiştir:

«Her biriniz can verirken kesinlikle Allah’a hüsn-i zanda bulunsun!»” Müslim, Cennet 81, 82; Ebû Dâvûd, Cenâiz 13

Maddî açıdan bakıldığında da Müslümanlar kötümser olmazlar. Çünkü Allah Teâlâ bütün insanların rızkını tâyin etmiştir. Âyet-i kerimelerde şöyle emredilir:

“Yoksulluk fobisiyle çocuklarınızı öldürmeyin! Sizin de onların da rızkını biz veririz.” En’âm, 151

“Nice canlı var ki rızıklarını kendileri taşıyamaz temin edemez. Ama onları da sizi de rızıklandıran Allah’tır. O her şeyi hakkını duyur ve öğrenir.” Ankebût, 60

İnsan, kendisine rızık olarak ne takdir edilmişse ona kesinlikle erişecektir. Dolayısıyla bu hususta kötümser olmamalı, yalnızca rızık temini için lüzumlu nedenlere sarılmalıdır. Elden gelen her şeyi yaparak dürüst bir biçimde çalıştıktan sonra Cenâb-ı Hakk’ın verdiği rızka -az veya çok demeden- kanı etmeli, onu Allah’ın râzı olacağı biçimde kullanmalıdır.

Dipnotlar:

[1] A‘râf, 156. [2] Buhârî, Tıb, 19; Müslim, Selâm, 102; Ebû Dâvûd, Tıb, 24/3919.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

Akşam Ezanı

Kategori: