Kur’an’da kadınların İslâm, îmân, tâat, sıdk, sabır, huşû, tasadduk, oruç, nâmusu koruma ve zikir mevzusunda erkeklerle aynı olduğu vurgulanmakta,[1] cihâd dışında tam mevzularda erkeklerin muhâtab olduğu kararlardan mesûl oldukları belirtilmektedir. Bu bakımdan tasavvufun mânevî hayâta müteveccih kararları onları da kapsar.

Mekke fethi günü inen bir âyet-i kerîmede Allah Teâlâ kadınların bey’atlerini alması mevzusunda Hz. Peygamber’e şöyle emretmektedir: “Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, çocuklarını öldürmemek, gayr-i meşrû bir çocuk doğurup onu kocalarına isnâd etmemek, iyi iş işlemekte sana karşı gelmemek husûsunda bey’at etmeye geldikleri zaman sen onların bey’atlerini kabûl et. Onlar için Allah’tan mağfiret dile!”[2]

Bu âyetin nüzûlünden sonra Allah Rasûlü kadınların da bey’atini kabûl etmiş ve onlardan ahid almıştır. Bu ahid sırasında Allah Rasûlü’nün eli kadınların eline dokunmamıştı. Bu bakımdan kadınların intisâbı sırasında sünnete uygun şekilde şeyhin eli, kadınların eline dokunmamalıdır. Kadın, mahremi; yâni kocası veya nikâh düşmeyen akrabâları aracılığıyla şeyhine erişmeye çalışmalı veya şeyhin mahremi aracılığı ile intisâb etmelidir. Ya da görüşmeler perde arttan yapılmalıdır. Aynı mekânda vâki olacak görüşmelerin fitneden uzak bir şekilde olması uygun olur. Kadınların topluca ve tesettüre uygun bir şekilde şeyhleriyle görüşmelerinde sakınca yoktur. Sakıncalı olan topluca da olsa, kadınların tesettüre uymadan sarih saçık bulunmaları, ya da kapalı da olsa tek başına görüşmeleridir.

[1].     Bkz. el-Ahzâb, 33/35.

[2].     el-Mümtehine, 60/12.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Sualde Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları

Akşam Ezanı

Kategori: