Allah insanların önüne serbestçe seçebilecekleri yollar / imkânlar koymuştur. İnsanoğlu kendi tercihini kendisi yapar. Sonucuna da sabreder. İman veya küfür için kimse zorlanmaz. Yapmaları gereken önlerine konulan alternatiflerden birisine sarılmalarıdır.
Buna ait hoş bir misali Rabbimiz Fatır suresi 32. ayette açıklıyor. “Sonra Kitap’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan insanlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur.”
Kavrıyoruz ki Allah elimizde var olan Kitabullah’ı/kararını seçtiği cemiyetlere verir. Bu vaziyet onlara yüklenilmiş ağır bir yük değil aksine bir şeref nişanesidir. Kitabı ve buna ait yetkileri vermek dünyaya varis kılmanın bir işaretidir. Bu kitaba sahip olan ve onun bedelini öğrenenler daha da üstün olurlar. Ancak bu tercihe muhatap olan ve Allah tarafından varis kılınan insanların hepsi de böylesine şerefli bir amel ve emanetin değerini öğrenememiştir. Bizi dünyaya varis kılacak şeriatı biz kendi usumuz ve becerimizle özel olarak arayıp bulmadık. Allah kullarının arasından bizi seçti ve bunu bize verdi.
Emanet verildi ama ellerine aldıkları bu mukaddes emaneti herkes aynı davranışı göstermedi. Yukarıyadaki ayeti kerimeye göre insanlar bu emanet karşısında üç gruba parçaladılar. Serbestçe bir tercihle herkes de kendi duracağı yeri belirlemiştir.
Kur’an’ın ifadesine göre kimileri kendi nefislerine zulmettiler. Bir kısmı çilenin ve haksızlığın merkezinde bir konum seçti. Çileye bizzat katılmayan ancak buna suskun kalarak destek olanlar da başka bir renk tonu olarak resmi bitirdi. Ayetleri ve verilen ihtarları görmezden geldiler, hevalarını ilah edindiler. Böyle bir yanlışlar silsilesi, hem nefislerine hem de cemiyete bir dizi azabı birliktesi getirdi. Güven civarının yok olması, huzurun kaçması, insanların birbirine takviye edemiyor olması gibi bir hayli problemler ortaya çıktı. Çoğu kere oturup vaziyetten şikâyetçi oldular. Hatta cemiyetin bozulmasının getirdiği negatif sonuçları tartıştılar. Ancak kimse de kendini düzenlemek istemedi. Şikâyet ettikleri negatiflikleri değiştirmediler.
İkinci grubumuzsa orta yolu yakalamış olan “kendine Müslüman” tipler. Çileye yönelmediler ama salih amel peşinde de koşmadılar. Kimseye hasarı olmayan ama bereketli olma gibi bir işin peşine de düşmeyen insanlar… Tesirsiz personel olmayı seçim eden pasif Müslüman tipler. Hoş işleri muvaffak olmayı hep değişiklerine vazgeçen ve dünyada kendi yaşamlarını yaşayanlar. Cemiyetin içinde bir tesirleri de yok. Can Verdikleri zaman yalnızca kendi aileleri üzülüyor. Bir yere geldiklerinde insanları neşelendirmezler, gidince de kimse üzülmez. Anadolu tabiriyle “ne akar ne de kokar…”
Rabbimizin sevdiği üçüncü bir grup daha var. Bunlar hayır işlerinin ve salih amellerin yarışçılarıdır. Bunlar da Allah’ın izniyle ve O’nun manipülasyonu ile bu yoldadırlar. Sırtlarını Allah’a yaslayarak, ondan efor alarak hayır işlerinde önde koşarlar. Yaptıklarını Allah için ve onun iznini başardıklarını öğrenirler. Bu mevzuda yarışın içindedirler. Bu sebeple onların bulundukları konum çok ehemmiyetlidir. Cemiyeti ayakta yakalayan taşıyıcı sütun gibidir. Sosyal yaşamın temel taşıdır. Ana sütunların alınması veya yeterince sağlam olmamasının nasıl bir sonucu olduğunu gördük. Bunlar yok olunca veya bedelsizleştirilince cemiyet binası çöker. Sanki her hayır bunlardan sorulur. Her inlemeden ve gözyaşından bir mesullük sezerler. Gece kendilerini şarj eder ve sabahında yeni bir hayrın peşine düşerler.
Acaba melekler bizi hangi grubun listesine yazacak?
Kaynak: Haşim Akın, Altınoluk Mecmuası, Sayı: 446
Akşam Ezanı