Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılan bir mümin, bir mürşide bağlı olsun veya olmasın elbette iyi bir noktadadır. Zira emel Kur’an ve sünnetin istediği bir insan ve sâlih bir mümin olmaktır. Mürşide bağlanmaktan maksad da budur. Yoksa mürşide bağlanmak Kur’an ve sünnetin üstünde bir şey değildir.
Burada şu husûsu göz önünde bulundurmak gerekmektedir: Acaba insan “Kur’an ve sünnete bağlı yaşıyorum” derken bunu gerçekten muvaffak olabiliyor mu, yoksa kendini mi aldatıyor? Zira nefs insana çoğu zaman böyle tuzaklar kurar, yanlışlarını güzel, noksanlarını bütün gösterir. İnsan, içinde bulunduğu hadiseleri ve gidişatları nesnel olarak değerlendiremez. Böyle olunca da hep kendinden yana yontar. Ama böyle bir mürşid-i kâmilin yanında bulunan kimse, onun deneyimlerinden faydalanarak yanlışlarını düzenler. Mürşid ona, nefsinin kendisine kuracağı tuzakları gösterir. Böylece daha seri mesâfe alır.
Mürşide bağlanmak istemeyen kimse evvel, kendisine bu duyguların nereden geldiğini kavramaya çalışmalıdır. Şayet bunlar intisâb edilecek bir şeyh bulamadığı için ise bunun da şeyhlerin noksanlığından mı, yoksa kendisinden mi olduğuna bakmalıdır. Ama her şeye karşın benim gönlüm buna ısınmadı diyen, kitap ve sünnete bağlı kalmaya azmettiğini söyleyen birey, kendisini vakalara ve dünyâ gâilesine kaptırmamalıdır. Zira insanın en çok ayağının kaydığı nokta, meşrû olmayan şeylerin zaman içinde tabiî hâle gelip insanın vicdanını pörsütmesidir. Bugün diri bir kalb ve cingöz bir gönül olmadan sünnet çizgisinde İslâmî hayât güç yaşanır.
Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Sualde Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları
Akşam Ezanı