Oruç, tan yerinin ağarmasından güneşin batışına kadar yemek, içmek ve cinsî tutkulardan uzak durmak sûretiyle yapılan bir imandır. Her sene kamerî aylardan Ramazan ayı süresince 29 veya 30 gün bu imana devam edilir.

Oruç, hayat mücâdelesinde zarûrî olan “sabır, irâde, nefsî tutkulardan uzaklaşma” gibi hâllerin tâlimi ile ahlâkî vaziyetimizi kemâle erdirir. Nefsin yemek, içmek ve şehvetten yana bitmez tükenmez tutkularına karşı insanın şeref ve haysiyetini gözetici bir kalkandır.

Yine oruç; sahibini, azim, sebât, kanâat, hâle rızâ, metânet ve sabır gibi ahlâkî hoşluklara erdirir. Mahrûmiyet ve açlığı tattırmak sûretiyle üzerimizdeki nîmetlerin kadrini andırdırır. Kalplerimizi, Allah’a karşı hamd ve şükür, kullarına karşı da acıma ve takviye hisleriyle doldurur. Bu vasfıyla oruç, sosyal hayattaki kin, hased, kıskançlık gibi kitleyi huzursuzluğa boğan menfîlikleri bertaraf etmekte en müessir bir ilâçtır. Dolayısıyla oruç, yalnız bu ümmete değil, evvelki ümmetlere de farz kılınmış bir ibâdettir. Allah Teâlâ emreder:

“Ey îmân edenler! Oruç, sizden evvelkilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınan takvâ sahibi kullar olasınız diye, sayılı günlerde size de farz kılındı…” Bakara, 183-184

Orucun mânen bereketli olabilmesi için, ya­lan, kötüle, gıybet, söz taşıma gibi tavırlardan, küfür ve lânet gibi sözlerden, tartışmadan, her türlü makûs fiil ve günahtan şiddetle sakınmak gerekir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, oruçlu mü’mine, kendisine karşı yapılan vahşiliklere sükûnetle mukâbele etmesini tavsiye eder. Böylece oruç tutan insan makûs ahlâktan uzaklaşmış olur.

Oruç, insanın daha sıhhatli ve yararlı olmasını sağlar. Bunu ağaçlarda dahi müşâhede edebiliriz. Ağaçlar kışın yapraklarını döküp uykuya dalarlar, hatta ilkbahar gelip buzlar eriyene kadar köklerine su dahi alamazlar. Oruçlu geçen bu birkaç aydan sonra ilkbahar geldiğinde, yaprak ve çiçeklerinin bolluğundan da anlaşılacağı üzere eskisinden daha büyük bir bereketlilik kazanırlar. Madenler dahi oruca fukaradırlar. Motor ve makineler uzun süre çalıştıktan sonra bir süre durdurulurlar. Bu dinlenme, onların eski eforlarını kazanmalarını sağlar.

Tıp etrafları, otuz günden az yakalanan orucun tesirsiz olacağını, kırk günden fazlasının da alışkanlık yaparak, muhakkak yarıyıllarda yeme içmeye ara vermenin getireceği verimleri sağlamayacağını bildirir. Son zamanlarda Batı’da uygulanan yeni bir rehabilitasyon usulüyle, kronik hastalıklar, hastanın gidişatına göre uzun veya kısa süreli oruç ile iyileştirilmektedir.[1]

Oruç, zihnî ve kalbî melekelerin de daha sıhhatli çalışmasına dayanakçı olur.

Şunu da anımsatalım ki orucun gâyesi, bedene eziyet etmek ve zahmet sürükletmek değildir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, oruç meblağken sahura kalkmayı ve iftarda seri etmeyi tavsiye etmiştir.[2] Demek ki orucun asıl maksadı, Allah’a karşı kulluk vazifesini yerine getirmek, nefsi terbiye ederek takvaya erişmek, ferdi ve cemiyeti geliştirmek sûretiyle Allah’ın râzı olacağı huzurlu bir civar alana getirmektir.

Dipnotlar:

[1] Prof. Dr. M. Hamîdullah, İslâm’a Giriş, s. 104. [2] Buhârî, Savm, 45; Müslim, Sıyâm, 48; Tirmizî, Savm, 17/708.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

Akşam Ezanı

Kategori: