Hazırlayan: Ömer Faruk Yasin

11 ayın sultanı Ramazan Osmanlı yarıyılında coşkuyla beklenirdi. Ramazan’ın habercisi hilali müjdeleyenlere 150’şer kuruş verilirdi.

Osmanlı’da Ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav vb. dükkânlarına girer, onlardan Zimem defterini başka bir deyişle veresiye defterini çıkarmalarını isterdi. Baştan, sondan ve ortadan gelişigüzel sayfaların yekununu yaptırıp, “Silin borçlarını… Allah kabul etsin” der, sürükler giderlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.

Cerre çıkmak Ramazan ananelerinden birisiydi. Osmanlı Devleti’nde medreselerde yaz tatilleri “Üç Aylar”da verilirdi. Bu tatillerde seçilmiş medrese öğrencileri hem kendi bilgilerini pekiştirmek, hem de dinî mevzularda ulusu aydınlatmak için İmparatorluğun farklı bölgelerine sevk edilirlerdi. Bu yollama vakasına “cerre çıkmak” denirdi.

Medrese talebeleri için cerre çıkmayı bir noktada bugünkü üniversitelerin staj eğitimleri gibi anlaşılmasında da bir mahzur yoktur.

Osmanlı’da Ramazan’da millet, eşine-arkadaşına iftar vermeyi büyük bir iman kabul eder, konuk ağırlamak için çırpınılırdı. Ramazan süresince iftar müddetlerinde kapılar sarih yakalanırdı. Böylece yolda kalan ve gereksinimi olan herkes istediği konuta girer iftar sofrasına dâhil olurdu. Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı.

Osmanlı’da bayramların özellikle çocuklar için ayrı bir yeri vardır. Bayramlıklarıyla caddede dolaşan çocuklara “Arife Çiçeği” denilirdi.Osmanlı’dan gelen “Arife Çiçeği” kavramı; bayramdan birkaç gün evvel yapılan alışverişin ardından çocukların sabırsızlanarak kıyafetlerini bayramdan dün, başka bir deyişle Arife günü, giyerek gezmesi olarak tanımlanırdı.

Osmanlı’da bayram, Sultanın bayram namazı için camiye gelişiyle başlardı. Namaz sonrasında epilepsiye dönen padişah evvel annesinin elini öpüp ardından değişik aile efradıyla bayramlaşırdı. Padişah, bayram tebriğinin ardından hoş işlemeli keselerle çocuklara para saçarak onları sevindirirdi.

Merdivenden çıkarken erkek arkadan kazançtı ki hem bedeni ifşa olmasın hem de hanımı düşerse yakalayabilsin diye. Aynı nedenle merdivenden inerken yeniden erkek önden inerdi. Yolda minik, büyüğünün önünden yürüyemezdi.

Kahvenin yanında su kazançtı. Eğer konuk toksa evvel kahveyi alır, açsa suyu alırdı. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi.

Kapıların üstünde iki tokmak olurdu; biri kalın biri ince. Gelen kadınsa kapıyı ince tokmakla vururdu. Evin hanımı kapıyı konut haliyle dahi açardı. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu. Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da bir mahremi kocası, oğlu vs. açardı.

Pencerenin önünde sarı çiçek varsa “Bu konutta hasta var. Evin önünde hatta bu caddede hengame yapma.” anlamına kazançtı. Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Bu konutta gelinlik çağına gelmiş , bekar kız var. Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme” anlamına geliyordu.

Osmanlı’da asrın başında giyilen kavukların biçimi ve türü herkesin sınıf ve işine göre değişirdi. Kavuğun biçimine bakarak o kimsenin üye olduğu sınıf herkesçe tanınırdı. Böylece kavukların her biri bir sınıfın sanki âlamet-i farikası haline geldiği için bir kimse bir başkasının giydiği şeyi giyemezdi.

Mahalle kahveleri, günümüz kahvelerinden farklı olarak, ilmi, terbiyeyi konuşmaların, tarih sohbetlerinin yapıldığı ve hatta şiir ve manzumelerin okunduğu, hikâyelerin anlatıldığı, öğrenmeyenlerin, öğrenenlerden istifade ettiği yerlerdi.

Akşam Ezanı