Sûfîler bâzı âyetleri râbıtaya delîl sayarlar. Bu âyetler şunlardır:
a- “Ey îmân edenler, Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.”[1] Bu âyetteki beraberlik konusunu Nakşbendî meşâyıhından Ubeydullah Ahrâr ö.895/1490 şöyle sarihler: Buradaki “sâdıklarla beraber olma” emri, salt ve dâimî bir beraberliği ifâde eder. Beraberlik iki cinsli olur: Hakîkî ve hükmî beraberlik. Hakîkî beraberlik, büyük bir kalb huzûru ile sâdıklarla fizîkî olarak aynı meclisi paylaşmaktır. Hükmî beraberlik ise, onlarla aynı mekânda beraber olmanın imkânsız olduğu zamanlarda, sûret ve sîretlerini gıyâbî olarak tahayyül etmek sûretiyle fikrî, zihnî ve kalbî olarak beraber olmaktır.
b- “Ey îmân edenler, Allah’tan korkun, O’na yanaşmaya vesîle arayın. O’nun yolunda cihâd edin.”[2] Bu âyetteki “vesîle” salt ve dolayısıyla umûmîdir. Râbıta da O’na yakınlığa bir vesîle olduğundan, râbıtaya delîl olarak öne sürülmüştür. Bilindiği gibi vesîle “Allah’a yanaşmak için yakınlığından istifâde edebilecek her şeydir. Hakk’a yakınlıkları bilinen ve “görüldüğünde suratları Allah’ı hatırlatan”[3] Allah adamlarını, Allah’a vesîle saymak hem tevessül, hem de râbıtadır. Sâlihlerle tevessül etmeye hadîslerde ruhsat vardır. Nitekim Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber’in amcası Abbâs’a tevessülü buna delîldir.
c- “De ki: Şayet Allah’ı seviyorsanız bana uyun ittibâ ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün.”[4]
Âyette geçen “ittibâ” ru’yet/görmek ile olur. Görmenin de bir maddî, bir de mânevî olanı vardır. Maddî görme, basarla; mânevî görme ise basîret ve kalb ile olur. Râbıta mânevî ru’yetten başka bir şey değildir. Mürşidine râbıta edenin bağlı bulunduğu silsile yoluyla Hz. Peygamber’i görmüş sayıldığı kanâati tasavvufta esâstır.
d- “O kadın Züleyha andolsun, ona Yûsuf’a musallat olmayı kafasına koymuştu. Şayet Rabb’ının burhânını görmemiş olsaydı, o da o kadını arzulamıştı. İşte Biz ondan fenâlığı ve fuhşu ber-taraf edelim diye burhân gönderdik. Zira Yûsuf, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.”[5]
“Şayet Rabb’ının burhânını görmeseydi” ifâdesindeki burhândan maksad Yâkub a.s.’un sûretinin bir anda Yûsuf a.s.’un gözünün önünde canlanıp hayretle parmağı ağzında ona: “Aman kendine sâhip ol, ondan surat çevir” diye hitâb etmesidir. Babasını böyle gören Yûsuf, derlenmiş ve bu işten sakınmıştır.[6]
Râbıta kalbî bağ ile Allah’a bağlı olmak anlamında da kullanılır. Bu mânâdaki râbıta Kur’an’da teveccüh olarak İbrâhim a.s.’in kullandığı bir kavramdır. Nitekim o demiştir ki: “Ben hanîf olarak suratımı gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim teveccüh. Ben müşriklerden değilim.”[7] İftitah tekbîrinden sonra namazda Şâfiîlerin Sübhâneke öncesinde bu âyeti okumaları câlib-i dikkat bir husûstur.[8]
Dipnotlar:
[1]. et-Tevbe, 9/119. [2]. el-Mâide, 5/35. [3]. İbn Mâce, Zühd, 4. [4]. Al-i İmrân, 3/31. [5]. Yûsuf, 12/24. [6]. Bkz. Zemahşerî Cârullah, el-Keşşâf, Mısır 1385, II, 312. [7]. el-En’âm, 6/79. [8]. Sühreverdî, a.g.e., s. 385.Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları
Akşam Ezanı